Site Sayfaları

Atatürk ve Kavak


Askerin siyasete müdahalesi, ordunun politik kamplaşması, ikmal eksiklikleri, uzak görüşten yoksunluk ve daha fazlası... Netice, 1912-1913 Balkan faciası. 500 yıllık Rumeli'den kopuş. Yüz binlerce muhacir, mağdur ve mazlum...

Pontus Devleti kurma hayalleri içinde bulunan Rumlar, Osmanlı Devleti'nin savaşlarla yıprandığı işte böylesi bir dönemde çeteleşmeye başladılar. Samsun köylerinin civarına yerleşen bu Rumlar, ilk çeteleri kendiliğinden kurdular. Bölgedeki ilk silahlı çeteyi ise Amasya, Samsun ve havalisi Metropoliti Germanos, 1908 yılında Samsun'da kurdu. Yunanlı bir şirketin gemisiyle getirilen 50 civarında Manlicher marka tüfek ile çeteler silahlandırıldı. Balkan Savaşı esnasında silah altına alınmak istenen Rumların da, silahlı ya da silahsız kitlesel bir şekilde ordudan kaçmaları Rum çetelerini kuvvetlendirdi. Bunun üzerine hükümetin Balkan göçmenlerinin bir bölümünü Rum köylerine yerleştirmeye çalışması, ilk başkaldırı eylemlerini başlattı.

Çarşamba yolu üzerindeki Kirazlık köyüne bir grup göçmenin yerleştirilmek istenmesi, jandarmalarla silahlı Rum çetelerini ilk kez karşı karşıya getirdi. Yine Arnavut muhacirlerinin iki Rum köyüne yerleştirilmek istenmesi Rumların isyanına ve silahlı olarak Samsuna saldırmalarına neden oldu. Samsun dolaylarında umumi harp içinde adi şekavet ve soygunculuk karakteri taşıyan asayişsizlik aldı başını gitti.

Ve I. Dünya savaşının sonu. 30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesiyle yenilgi devlet tarafından resmen kabul edildi. Vatan toprağı, Türk Milletinin haremi namusu işgalin hüznüyle tanıştı. Mondros Mütarekesiyle birlikte işgalin ızdırabını yaşarken Anadolu, Osmanlı Devleti üzerinde emelleri olan büyük güçlerin etkisiyle Osmanlı içerisinde yapay bir Pontus meselesi ortaya çıkartıldı. Yüzyıllardır Anadolu'da Türklerle iç içe yaşayan Rumlar, İnebolunun batısından başlayıp Batum"a kadar uzanacak olan bir Pontus Devleti kurma hayalleri içine girdiler. Bu devletin başkenti olarak da Samsunu seçtiler.

Samsun, coğrafi ve ticari önemi sebebiyle Pontus'a başkent olarak seçilince, nüfusca da desteklenerek Rum göçmen iskanı yoluna gidilmişti. Samsun'un Hançerli, Pazar, Kaleiçi, Çayıriçi (Cedid) ve Meğde mahalleleri gibi büyük Müslüman mahalleleri yanına yerleştirilen Rumlardan yeni mahalleler oluşturuldu.

İşte bu gelişmelerin ardından Samsun ve çevresinde çok yoğun çete faaliyetleri hıristiyan din adamlarının destekleriyle başladı. Yunan siyasi memurlarının tahrikleriyle Rum çetelerinin tecavüzleri şiddetlendi. Pontus Devleti kurma hayalleriyle İstanbul ve Atina'dan gelen ajan ve propagandacılar tarafından çeteler fitillendirildi. Şehrin çıkış yolları Rum eşkıyası tarafından kesildi, şehirde silahla dolaşarak, şehir yakınlarında yaylım ateşi açıp dehşet havası estirilmeye başlandı. Samsun?da Rumlarca askeri gösteriler düzenlenir hale geldi. Rum çetelere binlerce silah dağıtıldı. Kiliselere Pontus armaları asılıp, ilkokul çocukları Pontus şarkıları ve bayraklarla Samsun sokaklarında dolaştırıldı. Samsunun Kani Köyünü basan elli kadar Rum eşkıyası birçok hayvan ve eşyayı gasp ettiler. Çıkan çatışmada iki eşkıya öldü. Karalar köyünden bir kişi öldürüldü, parası ve eşyası Rum eşkıyası tarafından gasp edildi.

Samsun, Pontusçu Rumların meydana getirmiş olduğu çeteler için beyin görevini görüyordu. Samsun'dan idare edilen bu çeteler, merkezde eşkıyalık yapmıyor, daha ziyade Samsun'un çevre köylerinde olaylar çıkarıyorlardı. Samsun merkezde olaylar çok azdı. Çünkü Samsun, olağanüstü öneminden dolayı uygun bir zemin değildi. Hemen hemen bütün Avrupa devletlerinin konsolos temsilcileri Samsun'da bulunuyordu.

Pontus çetelerinin geniş ölçüde faaliyet gösterdikleri nahiyelerden biri de Kavak'tı. Kavak, Rum çetelerinin yapmış oldukları birçok cinayete sahne olmuştu. Samsun'a bağlı Kavak nahiyesinin Hacılı köyünden ve Rumeli muhacirlerinden bir kişi Rum eşkıyası tarafından katledilmişti.

Yine Kavak'ın Karapınar köyü halkından on iki baş sığır Rum eşkıyasından Yanioğlu Timos ve adamları tarafından gasp edilmişti. Samsun?un diğer kazalarında olduğu gibi Kavak nahiyesinde de deve kervanlarına rastlanmaktaydı. Yük taşımacılığında bunlardan yararlanılmaktaydı. Daha sonra taşımacılıkta atlar ve öküzler gelmekteydi. Bundan dolayı Rum eşkıyaların köyleri basıp büyük baş hayvanları gasp etmesi köylü için çok büyük bir yıkımdı. Kavak, Alaçam, Ladik, Köprü, Havza?da Rum eşkıyaların saldırıları 1918 yılından 1920 yılı sonuna kadar artarak devam etti. Yunan ordusunun Batı Anadolu?da ilerlediği 1920 yılı içerisinde, Karadeniz Bölgesinde Rumlar, Türklerin kuvvetsiz kalmaları ve moral bozukluğu içerisinde bulunmasından faydalanarak yüzlerce cinayet işledi. Nitekim Rum çeteleri, Samsun Bölgesi'nde, 1920 sonlarına kadar 699, Çarşamba ve Terme bölgesinde 15, Amasya?da 25, Merzifon?da 45, Vezirköprü'de 24, Ladik?te 70, Gümüşhacıköy?de 34, Havza?da 13, Tokat?ta 30 kadar Türk'ü katlettiler. Kavak halkının Rum çetelerinden çektikleri acılardan bir tanesi de 29 Mayıs 1919 tarihinde yaşandı. Mamutlu Köyü çevresinde hava değişimi için memleketlerine gitmekte olan 7 asker "Sığır Çobanı" lakabıyla tanınan Rum çetebaşı Konstantin oğlu Dimit ve 30 kadar eşkiyanın saldırısına uğradı. Bu askerler oracıkta şehit düştü.

Milli Mücadele başlarken, Pontus ayaklanmacılarının sayısı yirmi beş bin kişiye ulaştı. Bu sayıyı arttırmak için özellikle Batum limanından Samsun civarına Rum ve Ermeniler getirilip bırakılmaya başlanıldı. İtilaf Devletleri?nin bu bölgedeki müdahaleleri sonucu yaşanan çete olayları siyasi bir mahiyet kazanmaya başlamıştı. Samsun'da yaşayan Rumların asıl amacı, 17-18 Mart 1919 Tarihinde Samsun?a asker çıkaran İngiliz?leri de arkalarına alarak, yaptıkları çete baskınlarıyla kargaşa çıkararak, Mondros Ateşkes Antlaşmasının 7. maddesi gereği bölgeyi İtilaf devletlerinin işgaline açmaktı. Rumların bu oyunlarına karşı Türk halkı kendini savunmak için teşkilatlanmaya, can ve mal güvenliklerini korumaya çalıştı. Hatta İngilizlerin Samsun'a çıktıkları gün vatansever bazı Türk Subayları da birlikleriyle dağlara çekilmek zorunda kaldılar. Bu olaydan endişe duyan İngiliz Yüksek Komiserliği ve Karadeniz Ordusu Başkumadanlığı, 21 Nisan 1919?da İstanbul Hükümetine bir nota vererek, sıkıştırmaya ve olaylara engel olmaya zorladı. Verilen notada; "Doğu Karadeniz Bölgesinde Rumlara yapılan sözüm ona tecavüzlerin önlenmesi ve bölgedeki asayişsizliğin giderilmesi" talep edilmişti. 
 
Aslında Samsun, Kavak, Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Pontus Rum Çetelerinin Müslüman ahaliye saldırıları İngilizlerin limana demir atmalarıyla daha da artmıştı. İtilaf Devletleri, işi tam tersinden ele alarak, bu bölgede meydana gelen olayların sebeplerini Türklerin Hıristiyanlara karşı saldırıları olarak değerlendirmişlerdi. İstanbul Patriğinin İtilaf Devletlerini kışkırtmasıyla, Türklerin Rumları öldürme hazırlığı içinde oldukları yalanlarıyla dolu iddialar ?Canik Bölgesi Asayiş Dosyası adıyla bir raporun hazırlanmasına neden oldu.

Baskılar şiddetlenmiş, İstanbul Hükümeti için tek çıkar yol, olağanüstü yetkilerle donatılmış güvenilir bir komutanı Samsun'a göndermekten başka çare kalmamıştı. Artık merkezi Samsun?da bulunan 9. Ordu Müfettişliğine atama yapılacak ve bunun için güvenilir bir komutan aranacaktı. Güvenilir komutan bulmakta zorlanmayan İstanbul Hükümeti, girdiği hiçbir savaşta yenilmemiş Mustafa Kemal Paşa isminde itirazsız karara vardı.  Samsun bölgesindeki güvenliği sağlamak amacıyla 30 Nisan 1919 tarihinde imzalanan yetki belgesiyle 9. Ordu Müfettişliğine atanan ve bu atama ile kendisine askeri ve sivil makamlara emretme yetkisi verilen Mustafa Kemal Paşa?nın da Anadolu?ya geçmek için aradığı fırsat doğmuş oldu.

Kendi ifadeleriyle "İsyan çıkaran ve bölgedeki azınlık Rumlara eziyet eden Türkleri tepelemek" için,  Merkezi Sivas?ta bulunan iki tümenli 3. kolordu ve merkezi  Erzurum?da bulunan 4 tümenli 15. kolordunun emrine verildiği 9. Ordu Müfettişliği Mustafa Kemal Paşa?nın artık yeni göreviydi.

19 Mayıs 1919, günlerden Pazartesi... Saat 08:00... Ordu Komutanlığı forsu çekilmiş olarak, Samsun Limanı açıklarında bekleyen Bandırma Vapuruna motorla birileri yanaşmakta... Motorda bulunanlardan biri Kurmay Binbaşı Mahmut EKREM Bey. O tarihlerde liman ve iskele olmadığından, vapur açıklarda demir atmış ve Paşa ve silah arkadaşlarını vapurdan almak için gelmiştir. Vapura çıkar, paşa ve silah arkadaşlarını selamlandıktan sonra motora davet eder.

Mustafa KEMAL Paşa, motora doğru yönelir ve Samsun sahiline doğru harekete geçerler. Mustafa KEMAL Paşa karaya çıkmak için bindiği motor kıyıya yaklaşırken motorcu Mustafa?dan karşı dağları göstererek; ?Bu dağlarda Pontusçular var mı? diye soru sordu ve ilk bilgileri almaya başladı.

Motorcu Mustafa, Paşam Havzaya kadar 750 kadar efradı olan Pontus çeteleri var. Birkaç mislide dağlarda, dağların arkasında... Halk bu yüzden sizi karşılamaya çıkamadı, paşam. Haftalardan beri korku içinde yaşıyoruz. İnanın ki, İskele Polisi Gürünlü Rıza Efendiyle şu tekneyi hazırlamak için neler çektik.?

Mustafa Kemal?in motorla geldiği, tahta basamaklarına adım attığı ahşap yapılı merkez iskelesi Fransızlara ait Reji (Tütün) İskelesidir. 1. Dünya Savaşında Ruslar tarafından tüm iskeleler bombalanmış, sadece Fransızlara ait olan bu Reji İskelesi ayakta kalmıştı.

Ve o gün 19 Mayıs 1919 günü Samsun ve ilçelerinden gelen askeri ve mülki yöneticilerle Kefeli Apartmanında toplantı yapılır. Mustafa Kemal Paşa, orada bulunan herkesi dinler. Pontus eşkıyasına karşı ne gibi tedbirler alınabileceğini, herkesin bu mücadeleye ne gibi yardım yapabileceğini öğrenir. Bu toplantılar bir hafta süreyle kaldığı ve Müfettişlik Karargahı olarak kullandığı Mıntıka Palas Otelinde devam eder.

                
Ülkenin o günkü durumunu değerlendiren Mustafa Kemal Paşa, Samsun'da bulunduğu tarihlerde (19-25 Mayıs 1919) gerekli incelemeler ve faaliyetler gerçekleştirdi. Özellikle burada kurulacak olan  Müdafa-i Hukuk cemiyetinin oluşmasını sağladı. Karargahını bir gün sonra Havza'ya  nakledeceğini 24 Mayıs 1919'da yazı ile İstanbul'daki hükümete bildirdi.

Mustafa Kemal, kaldığı yer olan Mantika Palas'taki son gecesini yaşıyordu. Yarı uykulu, yarı uyanıktı. Dışarıda akan yağmur şırıltıları yarın havanın kapalı olacağını haber veriyordu. Bulutlu gökyüzünün altındaki sabah saatlerinde otelin önünde kimsecikler yoktu. O sırada sessizliği bölen ayak sesleri işitildi. Askerler koşar adımlarla ellerinde bavul ve çantalar telaşlı yürüyorlardı. Almanlar'dan 1. Dünya Savaşı'ndan kalma üstü açık, körüklü, deri kaplamalı, iki taraftan açılır kapanır Benz Lando marka otomobilin içine eşyalarını yerleştiriyorlardı. Otomobilin yanında fayton denilen üstü körüklü deri ile kapatılabilen çift atlı arabalar bulunuyordu.

Hüsrev Bey ve yanındakiler saat 09:00'da yola çıktılar. Karargahın çokluğu nedeiyle üçer kişilik gruplar halinde yola koyuldular. Otomobilden arkada kalmamak için Kadıköy ve İlyasköy'ün arkasındaki düzlükte bulunan Samsun kışlalarının yanı başından geçen yerden yollarına devam ettiler.

Biraz sonra Mustafa Kemal göründü. Üstünde üniforması, göğsünde "Yaver-i Hazret-i Şehriyari kordonları, altında pantalon ve çizme vardı. Yaşlı hıristiyan şoför, otomobilin kolunu çevirdi. Araba çalışmıyor, hırıldayıp duruyordu. Benz bir türlü gitmiyordu. Şoförün yanındaki koltukta Mustafa Kemal Paşa, arka koltukta ise Kazım Bey, Refik Bey ve Tali Bey bulunuyordu.

Şoför otomobili sonunda çalıştırabildi. Ama ne gürültüyle... Bozuk kaldırımların üzerinden sarsılarak ve içindekileri hoplatarak... Benz artık gidiyordu. Mustafa Kemal Paşa'yı yolda geçerken gören Samsun halkı güler yüzüyle selam veriyordu. O da selamıyla halka olan sevgisini takdim ediyordu.

Subaşı, Mater Dolorosa İtalyan katolik Kilisesi önünden Kışla'ya doğru çıkıyorlardı. Kışlaya çıkan yol dikti. Otomobil dik yokuşları tırmanamıyordu. Şoförden başka herkes iniyor, Benz'i iterek yokuş yukarı çıkarmaya çalışıyordu.

Kışlaya vardıklarında sarı badanalı koğuşların bomboş ve sahipsiz beklediğini gördüler. Bu kışlalardan Sarıkamış'a giden gençlerden ancak bir kısmı dönebilmişti. Mustafa Kemal, bu bomboş kışlalara baktığında içini hüzün kapladı. Gözleri doluyordu. Samsun'dan ayrılırken arkasına son bir kez baktı. Görünenler; bomboş kışlalar ve mavi deniz...

Kışla ve Kıranköy'den sonra önlerinde ağaçlarla kaplı yemyeşil Samsun dağları yükseliyordu. Bu yol Samsun'u Bağdat'a bağlayan kervan yoluydu. Yol yeni yağan yağmurla çamur içindeydi. Kırmızı topraklı yolun çukurlarındaki küçük gölcükleri tekerlekler eziyordu. Kıvrılan yollar içinden, yeşil tepeler arasından geçiyorlardı. Tam ormanlık bölgeye girilecek yerde öbür arkadaşlarının bindikleri yaylılar mola vermişti. Bu sırada her an bir Rum çetesi saldırısına uğrayabilirlerdi. Dikkati elden bırakmak pahalıya mal olabilirdi.

Bu dağlar pek masum değildi. Her ağacın, çalılığın, kayalığın arasından çeteler çıkabilirdi. Ülkenin geleceği bu yollarda kaybolup gidebilirdi. mahmur dağı aşılıyordu. Her taraf sessizdi. Sadece biri güzel biri çirkin iki ses vardı. Biri kuşların diğeri otomobilin idi. Ara sıra suyu kaynayan otomobilin hırıltıları durmak bilmiyordu. Tekerleklerin içi lastik dolguydu. Rampalarda su kaynatıyordu. Ama onların kulakları üçüncü bir sese kulak vermek zorundaydı. O da Rum çetelerinin ani baskın yaptıkları adım seslerine...

Etraftaki kerpiç duvarlı, yıkılmaya yüz tutan evlerin bulunduğu köylerden geçtiler. Bir ara otomobil bozuldu. İhtiyar şoför çalıştırmaya uğraşırken Mustafa Kemal Paşa sinirlenerek şoförü azarladı. Kendisi çalıştırmaya uğraştı başaramadı. Bir köşede oturan Albay Kazım, Refik Bey ve İbrahim Tali Beyler şoförün işine karıştığı için üzüldüler. Birbirlerine baktılar. Mustafa Kemal Paşa, onların içinden geçenleri anladı. Dedi ki;
- on yıl sonra sizinle kendi yaptığımız yollarda Türk şoförleri bizi istediğimiz yerlere götürecekler.
     
Mustafa Kemal Paşa zorunlu molalarda yolda rastladığı insanlarla dertleşiyordu. Memleketin durumunu açıklıyor, bilgi alışverişinde bulunuyordu. Fakat anlıyordu ki halk yılgın ve yorgun....

Çakallı'ya geldiler. Tarihi köprüyü geçtiler. Bnez o sırada tarlanın yanından geçerken birden bire durdu. Mustafa Kemal Paşa, arabadan inerek biraz ötede çift süren yaşlı bir köylüye yaklaştı. Selam verdikten sonra memleketin içinde bulunduğu halden söz etti. O konuşurken yaşlı köylü hiç etkilenmiyordu. Yüzü yorgun ve bezgindi. Heyecansız ve durgun bakıyordu. Mustafa kemal Paşa sözlerine devam ederek ; - Hemşeri düşman Samsun'a asker çıkaracak, belki buraların hepsini ele geçirecek sende rahat rahat toprağı sürüyorsun.

Yaşlı köylü Mustafa Kemal'in verdiği sigarayı nasırlı parmakları arasında tutup içmeye çalışırken karşılık verdi:
- Paşa paşa sen ne diyon? Biz üç kardeştik. İki de oğul vardı. Yemen'de Kafkas'ta çanakkale'de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ile 3 dul kalmış kadın var. Hepsi benim sapanımın ucuna bakar. Şimdi benim vatanım da yurdum da şu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye dek benden hayır yok.

Mustafa Kemal derdini deştiği köylüye birşey diyemedi. Adamcağıza Allahaısmarladık diyerek yeniden çalışmaya başlayan otomobile bindi.


Yol dik ve yokuştu. Irmak üstündeki köprülerden geçiyorlardı. Gökyüzünde kuzgun sesleri, dallarda karatavukların yer değiştiren kanat çırpışları vardı. Kuşlar, yolculara ayrı bir hava yaşatıyordu. Fakat yolun sonu bir türlü görülmüyordu. Dönemeçler, her an bir tehlikeye neden olabilirdi. meşelerin arasından bir çete saldırısıyla karşılaşabilirlerdi. Nihayet uzaktan üçyüz hanelik Kavak göründü. Benz tepeden yokuş aşağı iniyordu. Otomobil nahiye binasının önünde durdu. Nahiye binası iki katlı, kerpiç dolgulu, beyaz badanalı basit bir binaydı.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları nahiye binasında bir süre dinlendiler. Kasabalarına bir paşanın geldiğini duyan Kavak halkı, yavaş yavaş Mustafa Kemal'in etrafına birikti. Herkeste bir sessizlik hakimdi.

Mustafa Kemal Paşa halkı gözleriyle süzüyordu. Halk ise Kavak ileri gelenlerinin çevrelediği Mustafa Kemal Paşa'nın davranışlarını hiç kaçırmadan izliyordu.  Mustafa Kemal Paşa'nın karşısında Aziz Bey, Akaloğlu Yusuf, Canbolat oğlu Ekrem Bey, Nahiye Müdürü ve halk vardı.

Kavak'ın zenginlerinden yaşı yetmişe dayanan Akaloğlu Yusuf:
- Çay mı kahve mi buyurursunuz?
Mustafa Kemal Paşa:
- Hava soğuk çay içelim dedi.
Çaylar içilirken Mustafa Kemal Paşa konuşmaya başladı:
- Ne haldesiniz bakalım?
- Sorma Paşam
- Eziyet çekiyorsunuz elbet.
- Eşkiyanın aman verdiğivar mı?
- Hükümetin imzaladığı mütarekeden memnun musunuz?
- Hayır Paşam.
- Sebep?
- Düşman içimizde yaşıyor ve onutevkil eden yok. Bizler ise bu merhametsiz ve gaddar çetelerle başa çıkacak durumda değiliz.
- Pekala ne yapmak fikrindesiniz?
- Bizi düşünen derdimize çare bulacak olan kumandanlarımız, büyüklerimiz ne emredelerse onu.
-Eğer ben, memleketimizi çiğneyen düşman kuvvetlerini memleketten sürüp atmak, memleketi hakiki istiklaline kavuşturmak için bir hareketin başına geçecek olursam bu iş de hanginiz beni desteklersiniz?

  Canbolat oğlu Ekrem Bey hemen yerinden fırlayarak Mustafa Kemal Paşa'yı askerce selamladıktan sonra:
- Şu saniyeden itibaren iki yüz adamımla emrinizdeyim Paşam cevabını verdi. 
Kavaklılar arasından Akaloğlu Yusuf Bey ise şöyle haykırdı:
- Bu uğurda icap ederse dedelerimizden kalma paslı silahları da yağlar öne atılırız. Yetti gayri!

Ortalıkta o sırada bir kaynaşma oldu. Böylece Mustafa Kemal Paşa'nın Kurtuluş Savaşı?nın ilk kıvılcımlarını ateşlediği halk Kavak halkı oldu. Kavak halkının bu kararlı duruşundan duygulanan Mustafa Kemal Paşa:

- Allahaısmarladık. Ben Havza'ya gidiyorum. Sizler hemen bir müdafa-i hukuk cemiyeti kurunuz. Bana da bilgi iletiniz. Vatanın kurtuluşu için birleşmek şarttır dedi. Hepsinin elini sıkarak onlarla vedalaştı. Canbolat oğlu Ekrem Bey Mustafa Kemal Paşa'yı emrindeki atlılar ile birlikte Havza'ya kadar yolcu etmiştir. 

Kurtuluş Savaşı'nın tarihini yazan Hasan İzzettin Dinamo, Kavak halkı için şunları söylüyor:
"Mustafa Kemal, buradakileri taşlı tarlasıyla boğuşan köylülerden daha başka buldu. Bu bir ihtilalcinin aradığı ortamın ta kendisiydi."

Selahattin Tansel ise; Mustafa kemal'in önderlik işine Havza'ya giderken yol üstünde bulunan Kavak kasabasından geçtiği sırada başladığını dile getiriyor.

Kaynak:Mehmet KÖSEOĞLU